Adam Smith in the market

Rekabet Politikası Niye Var? Smith Efendi’nin Hikayesi

Rekabet Kurumu, 2023-2024 yılları için etki analizini yayımladı. Kurum analiz raporunda, tüketici faydasına sağladığı katkıyı hesaplıyor ve bunu giderlerinden kaynaklanan toplumsal maliyeti ile karşılaştırıyor. Dr. Murat Çetinkaya‘nın yazısı da tam bunun üstüne geldi: Rekabet Politikası Niye Var? Tüketici faydasını arttırmak artık modası geçmiş bir politika amacı mıdır? 

Bir zamanlar, kasabanın en büyük esnafı olan Smith Efendi, dükkânını genişletmeye karar verir. Gerekli işleri tamamladıktan sonra artık sadece kasaba halkına değil, kasabanın da içinde bulunduğu daha geniş bir bölgeye mal satmaya başlar. Bu gittikçe güçlenen rakip karşısında küçük esnaflar birer birer kepenklerini indirirken, Smith Efendi’nin devasa mağazası her geçen gün büyümeye devam eder. Peki, bu adil bir durum muydu acaba? Rekabetin doğası gereği en büyük ve en güçlü olan mı ayakta kalmalıydı, yoksa büyük balıkların küçükleri yutmasını engelleyecek bir sistem mi olmalıydı?

İşte tam da bu soru, yüzyıllardır ekonomi dünyasında tartışılan ve rekabet politikalarının temelini oluşturan büyük çatışmalardan biri. Information Technology and Innovation Foundation’ın 28 Ocak 2011’de gerçekleştirdiği etkinlikte temel olarak bu konu tartışılmıştı. Robert D. Atkinson ve David B. Audretch’un kaleme aldığı “Economic Doctrines and Approaches to Antitrust” başlıklı rapor üzerinden tartışmalar yapılıdı. Rapor bahsettiğimiz konuya ışık tutuyor ve rekabet politikalarının ardındaki farklı ekonomik yaklaşımları anlatıyor. Gelin, kısaca bu yaklaşımları bir hatırlayalım.

“Piyasa Kendi Kendine Dengeyi Bulur” Diyenler: Chicago Okulu

Bir gün, bahsettiğimiz kasabanın yaşlı bilgesi Milton Dede, Smith Efendi’nin işlerinin büyümesini izlerken anlamlı anlamlı gülümser. Çünkü Milton Dede’ye göre bu doğanın kanunudur: “Piyasa her zaman doğruyu bulur, en iyi olan kazanır ve bu hepimizin yararınadır.”

Bu görüşü savunan Chicago Okulu, büyük şirketlerin verimli olduklarını ve devletin rekabete müdahale etmemesi gerektiğini ileri sürer. Eğer Smith Efendi büyükse, bu, onun daha iyi olduğu anlamına gelir. Küçük esnafların kaybolması yüreğimizi burkabilir ama sonuçta kasaba, halkı hatta tüm bölge, daha düşük fiyatlardan faydalanır, öyle değil mi?

Ama gel gelelim, küçük esnaflar ve aslında bölge halkı bu konuda Milton Dede ile hemfikir değildir.

Chicago Okulu’nun savunucularına göre, tüketici faydası en öncelikli konudur. Eğer büyük şirketler, fiyatları düşürerek ve verimliliği artırarak tüketicilere fayda sağlıyorsa, rekabeti artırmak adına yapay düzenlemeler getirmek gereksizdir. Ancak, bu yaklaşımın eksik yönleri de vardır. Büyük şirketler, zamanla piyasa gücünü kötüye kullanabilir ve yeni girişimcilerin piyasalara girmesini zorlaştırabilir.

Örneğin, Smith Efendi’nin o görkemli mağazaları, piyasadaki küçük işletmelerin ayakta kalmasını imkânsız hale getirdiğinde, bölge halkı kısa vadede kazançlı çıksa bile uzun vadede daha az seçenek ve daha yüksek fiyatlarla karşılaşabilir. Bu durum, tam da Chicago Okulu’nun öngörmediği bir noktadır.

“Büyükler Her Zaman Adil Oynamaz” Diyenler: Post-Chicago Okulu

Gün gelir, kasabanın bir diğer bilgesi Joseph Reis, Smith Efendi’nin rakiplerini bilinçli olarak piyasanın dışına ittiğini iddia eder. Neden mi?

Çünkü, Smith Efendi, kasabanın en büyük tedarikçileriyle açık veya gizli anlaşmalar yapar ve küçük işletmelerin ürün bulmasını zorlaştırır da ondan. Bazen fiyatları o kadar çok düşürür ki, rakip esnaflar ve işletmeler zarar ederek işlerini sonlandırma noktasına gelirler. Sonrasında ise meydanı boş bulan Smith Efendi fiyatları istediği gibi yükseltir!

Post-Chicago Okulu, bu tür stratejik hamlelerin piyasayı bozabileceğini ve devletin rekabeti korumak için daha aktif bir rol alması gerektiğini savunur. Çünkü her büyük firma adil rekabet etmiyor olabilir.

Bu görüşe göre, şirketlerin büyüklüğünün tek başına bir sorun olup olmadığı değil, nasıl büyüdükleri ve piyasadaki rakiplerine nasıl davrandıkları önemlidir. Rekabet otoriteleri, piyasadaki firmaların davranışlarını dikkatle izlemeli ve rekabetin olumsuz etkilenmesine neden olan her türlü manipülatif uygulamaya müdahale etmelidir.

Örneğin, Smith Efendi’nin küçük işletmeleri dışlayarak piyasadaki tüm malların fiyatlarını kontrol etmeye başlaması, rekabeti bozucu davranışların bir örneğidir. Bu yüzden, sadece tüketici faydasına odaklanan bir yaklaşım yetersiz kalır. Gerçek rekabet ortamını sağlamak için devletin düzenleyici gücüne ihtiyaç vardır.

“Tekeller Demokrasi İçin Tehlikelidir” Diyenler: Popülist Antitröst Yaklaşımı

Kasabanın yeni belediye başkanı Elizabeth Hanım, tüm bu olaylar ardından koltuğuna oturdu. Bu güzide hanımefendi ortadaki meseleyi sadece ekonomik ve ticari açıdan değil, siyasi ve toplumsal bir konu olarak ele aldı.

Anlaşılabilir bir gerekçesi vardı aslında. Smith Efendi o kadar güçlü hale gelmişti ki, belediye seçimlerine bile etki edebiliyordu çünkü. Öyle ki artık istediği konuda ve istediği şekilde yasaların çıkmasını sağlıyor, bırakın sadece kasabayı etkilemeyi tüm bölgeyi ilgilendiren konularda söz sahibi oluyor ve yönetimi kontrol ediyordu. Dememiz o ki, tüm siyasi arenada etkili olmaya başlayan Smith Efendi, alınan kararlarda öyle etkili oluyordu ki nalıncı keseri gibi, çıkan her karar onun lehine ama toplum aleyhine oluyordu neredeyse. İşte bu, Elizabeth Hanım’a göre rekabetin ötesinde, hatta çok daha ötesinde bir sorundu!

Popülist Antitröst Yaklaşımı, ekonomik gücün aşırı yoğunlaşmasının sadece rekabeti değil, demokrasiyi de tehdit ettiğini söyler. Büyük şirketlerin aşırı güç kazanmasının, siyasi sistemi de bozabileceğini savunur.

Bu akımın söylediklerini önemseyenler, büyük şirketlerin sadece ticari arenadaki rakiplerini değil, aynı zamanda halkın ve yöneticilerin siyasi gücünü de tehdit ettiğini savunur. Büyük şirketler medya ve diğer mecralar üzerindeki kontrollerini artırarak halkın bilinçlenmesini engelleyebilir ve politikacıları etkileyerek kendi lehlerine yasalar çıkarabilirler.

“Rekabet İyidir Ama İnovasyon Daha Önemlidir” Diyenler: İnovasyon Okulu

Kasabaya yeni taşınan filozof Schumpeter Amca kasaba halkı ile sohbetler ederken esnafların da soruları ile karşılaşır. Filozofumuz, esnaflara, asıl önemli hususun fiyat rekabeti olmadığını vurgular. Ona göre nüfusu sürekli artan kasaba halkının yeni ve gelişmiş ürünlere ihtiyacı vardır. Bu kapsamda teknolojik yenilik ekonominin büyümesini sağlayacak temel itici güçtür. Hep derler ya “iktisat kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların nasıl karşılanacağı ile ilgilenir” diye. “İhtiyaçlarımız niye sınırsız olsundu ki?” bazı kasaba ahalisine göre. Schumpeter Amca onlara kısa ve özlü bir şekilde anlattı, anlayan anladı, anlamayan da anlamış gibi yaptı.  Şöyle özetleyelim filozofumuzun söylediklerini: İhtiyaçlarımız sürekli “yinelenir” ve aynı zamanda da “yenilenir”. Bu sürekli “yine”lenme ve “yeni”lenme nedeniyle de ihtiyaçlarımızın karşılanması için süregiden bir ekonomik büyüme gerekir. Bu büyümenin motoru da daha önce filozofumuzun söylediği gibi inovasyondur. Bu nedenle ekonomide faaliyet gösteren irili ufaklı tüm firmaların inovasyon yapmalarının önünde engel bulunmamalıdır.

Kasabamızı yine bir an kenara bırakalım ve gelelim günümüze. İnovasyon odaklı yaklaşım, özellikle dijital ekonomide büyük önem kazanmıştır. Günümüzde Google, Amazon, Facebook gibi büyük teknoloji firmalarına yönelik açılan antitröst davaları, büyük şirketlerin inovasyonu nasıl etkilediğini sorgulamaktadır. Avrupa Komisyonu’nun Dijital Piyasalar Yasası gibi düzenlemeler, büyük platformların pazar gücünü sınırlamayı amaçlarken, aşırı regülasyonun yeni girişimcileri nasıl etkileyeceği konusunda da endişeler bulunmaktadır.

Bu nedenle, rekabet politikalarının inovasyonu engellemeden, dijital ekonomide sağlıklı bir piyasa yapısı oluşturacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Örneğin, büyük teknoloji şirketlerinin inovasyonu teşvik eden Ar-Ge yatırımları yapması sağlanırken, küçük girişimcilerin de rekabet edebilmesi için adil piyasa koşullarının korunması önemlidir.

Kasabanın Geleceği, Antitröst Politikalarının Evrimi ve Ekonomik Bakış Açısı

Kasabadaki bu tartışmalar, modern ekonomide rekabet politikalarının ne kadar karmaşık bir mesele olduğunu gösteriyor.

Bir yanda “serbest piyasa en iyisini bilir” diyen Chicago Okulu, diğer yanda “rekabeti korumak için devlet müdahale etmeli” diyen Post-Chicago ve Popülist Okullar ve son olarak “inovasyon en büyük öncelik olmalı” diyen İnovasyon Okulu.

Bu bağlamda unutmadan şunu da ekleyelim: Rekabet hukuku ve politikası genellikle hukukçuların öncülüğünde yürütülse de ekonomik temelli bakış açısı ve analizler olmadan sağlıklı kararlar almak mümkün değil. İktisatçılar, piyasaların nasıl işlediğini anlamak, rekabetin doğasını çözümlemek ve şirketlerin stratejik davranışlarını değerlendirmek konusunda gerek meselenin özünü oluşturan temel yaklaşımlar anlamında gerekse benimsenen yaklaşımla uyumlu kalitatif ve kantitatif analizler bakımından kritik bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda, günümüzde, rekabet otoritelerinin kararlarının giderek daha fazla ekonomik modellere ve ampirik analizlere dayandığını da belirterek yazımızı burada bitirelim.

Ancak bitirmeden soralım: Sizce hangi yaklaşım daha mantıklı? Rekabet politikaları nasıl şekillendirilmeli? Ekonomik gelişmişlik düzeyine, piyasalarının kendine has özelliklerine, dünya ticaret ağındaki konumuna vb. nedenlere göre bir ülkenin optimal rekabet politikası diğer ülkelerdekinden farklı olabilir mi? “Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok” deyip kopyala-yapıştır tarzında düzenlemeler derdimize deva olur mu? Yoksa “her merhemi her yareye derman mı sanırsın” demeliyiz? Sahi, siz ne düşünür, ne dersiniz?

Scroll to Top