Trump’ın ikinci dönemi Türk rekabet politikasını nasıl etkiler?

Rekabet politikası, hayattaki diğer her şey gibi başka ülkelerden esen rüzgarlarla ısınıp soğuyabilen bir şey. Trump’ın ikinci dönemi, ABD, Avrupa ve oralardan gelen rüzgarlarla Türk rekabet politikasını, özellikle de teknoloji devlerine yönelik kamu rejimini derinden etkileyecek.

ABD’de seçim telaşı sonunda bitti. Donald Trump’ın zaferi tüm dünyayı sarsmaya devam ediyor. Trump’ın geçtiğimiz dönemde kendi etrafında yeniden ördüğü Cumhuriyetçi Parti, Kongre’nin her iki kanadında çoğunluğu ele geçirdi. Kendisi de 20 Ocak’ta başkanlık görevini teslim alacak. Eli kalem tutan, yüzüne ekranda yer bulan herkes kendi alanında Trump’ın bu ikinci döneminin nelere yol açacağı hakkında fikir yürütüyordu, bana da rekabet politikasının bu dönemde nasıl etkileneceği üzerine yazmak düştü.

1. Sorunun adını koyalım: Hipster Antitröst can yaktı.

Önce biraz arkaplan bilgisi vereyim. Malum, Biden dönemi ile birlikte Yeni Brandeis’cılar adı verilen bir ekip, ilgili “makamlara oturmuş” ve 1980’den bu yana hakim rekabet ideolojisi olan Şikago Okulu’nun uygulamadaki izlerini silmeye çalışmıştı. Rekabet politikasının amacının, tüketici faydasını maksimize etmek ve son kullanıcının karşı karşıya kaldığı fiyatları düşürmek olduğunu herkese belleten Şikago Okulu, bu amaç uğruna gerekirse dev şirket birleşmelerine bile izin verilmesi gerektiğini savunmaktaydı. Lina Khan, Tim Wu ve Jonathan Kanter gibi Biden döneminde ABD rekabet politikasının dümenine geçen Yeni Brandeis’cılar ise bir şirketin büyük olmasını başlı başına bir sorun olarak görmekteydi. Şikago Okulu’nun getirdiği, rekabet otoritesinin, nihai ürün fiyatının düşmesi, etkinlik artışı sonucunda maliyetlerin azalması gibi ölçülebilir parametreler üzerinden karar vermesi gerektiği düsturu (örneğin iki şirketin birleşip birleşmemesine) bu dönemde alaşağı edildi.

Ancak Kongre’de ve Amerikan federal yargısında böyle bir anlayış henüz daha taban bulmadığı için Yeni Brandeis’cılık, hakim rekabet doktrini olarak Şikago Okulu’nun yerine geçemedi. Şirket danışmanlığı da yapan akademisyenler tarafından “Bak şu kerataların yaptığına” muamelesi gördü ve muhtemelen ileride rekabet politikası tarihine bakanlar, bu dönemi bir “reklam arası” olarak değerlendirecek.

Teknoloji devlerinin danışmanlarının seslendirdiği, rekabet politikasının tonunun “yeniden” belirlenmesi ve büyük şirketlere karşı kamu politikasında ince olmayan bir ayar talebi, bu seçimlerin sonuçlanması ile ABD’de kendisine güçlü dinleyiciler buldu. Ve fakat şirketlerin sesiyle konuşan akademi ve piyasa elitlerinin beklediği gibi bir eskiye dönüş gerçekleşmeyebilir.

2. Önce Amerika

Büyüklük ile sorunu olan bir yaklaşımın ilk olarak ABD’li dev teknoloji şirketlerine zarar verdiği ortadayken, her şey bir yana politik olarak ne kadar sürdürülebilir olduğu tartışmalıydı. Artık “Önce Amerika” diyen Trump önderliğindeki Cumhuriyetçiler başa geldiğine göre, buradan bir dönüş olması bekleniyor. Trump’ın zaferinin ilanından beri, borsa analistlerinin, teknoloji şirketlerinin önündeki rekabet politikasından kaynaklanan engellerin kalkacağını ve büyük teknoloji şirketlerine açılan tekelleştirme (monopolization) davalarının düşeceğini iddia eden yorumları her türlü medyayı işgal ediyor. Ben, pek öyle düşünmüyorum.

Neden? Bir kere, “önceki dönemde açılan davalar” lafzı hatalı. Örneğin Google’a ilk dava Trump’ın birinci döneminde açılmıştı. O nedenle, diyelim ki mahkemeden Google’ın bölünmesine dair bir karar çıktı, Trump’ın buna “bakın benim dönemimde açılan davada tekelci bir şirkete haddini bildirdik. Amerikalıları korumak için her şeyi yapıyorum” diye sahip çıkmasının önünde bir engel yok. Zira, Trump’ın dijital platformlara ya da dev şirketlere özel bir sevgi beslediğine dair elimizde bir emare yok.

Trump’ın konumuzla ile ilgili olarak uygulamaya geçireceğinden emin olduğumuz iki yaklaşımı var: ABD’li şirketleri diğerlerine tercih edeceği ve o sırada yanında olanları kayıracak işler yapacağı.

Şu anda kaotik şeyler oluyor. Örneğin, Trump, Elon Musk ve Vivek Ramaswamy’in Kamu Verimliliği Bakanlığını birlikte yöneteceklerini açıkladı. Verimlilik artışı için kurulacak bir yapının çift başlı olması zaten komik olmayan bir şaka gibi. Dahası, bakanlığın isminin kısaltması, Musk’ın şaka olarak başlayan kripto parasının ismiyle aynı: DOGE. Önümüzdeki dönemde, daha bunun gibi birçok “eksantrik” davranış göreceğimiz ortada. O nedenle, Trump dönemine ilişkin öngörüde bulunmak çok zor.

Biz yine de, yukarıda saydığım elimizdeki iki kesin veriden yola çıkarak önümüzdeki dönemde antitröstün nereye gideceğini kestirmeye çalışalım. Trump’ın, Biden döneminde kendisine karşı tavır alan, gerçek olsun, tüzel olsun her türlü kişiden intikam alma peşinde koşacağı iddiasını da makul kabul edelim. Sadece intikam ateşi olarak da bakmamak lazım: Trump, aynı Cumhuriyetçi Parti içinde yaptığı gibi, kendisi aleyhine çalışacak, hatta konuşacak kimseyi bırakmamaya çalışacaktır. Sonuç: rekabet politikası (antitröst) tam ihtiyacı olan şey! Sadece ekonomik değil, sahip oldukları dijital platformlarla kamuoyunu ve popüler kültürü de etkileme gücünü ele geçiren dijital şirketlerin, tek tek kendisine biat etmesini sağlamak için, gerekirse onları parçalayabilme gücü… Bilemiyorum, tam Trump’lık işler gibi geliyor.

Sol başta Apple CEO’su Tim Cook ve sağ başta Amazon CEO’su ve Washington Post’un sahibi Jeff Bezos, Trump’ın bir sonraki cümlesinin ne olacağı gerginliğini yaşarken.

Dahası, Trump’ın, aynı işi yapanlar arasından sadece kendisine biat etmeyeneleri cezalandırabileceği, yani kibar dille “seçici politika” uygulayabilmesini sağlacak araçlar, genel olarak rekabet politikasında bol miktarda bulunmakta (bkz. “case by case” düsturu). Kaderin şu cilvesine bakın ki, Yeni Brandeiscı’ların alet çantasında bu miktar nispiyle katlanıyor.

Bir yandan boyun eğecek şirketleri kayırmasını kamuoyu nezdinde meşrulaştıracak, öte yandan da piyasa oyuncularının kamu otoritesine olan güvenini çok sarsmayacak politikalarda, birinci sırayı vergi incelemeleri alırsa, ikinci sırada rekabet politikası gelir.

Trump ile ilgili bildiğimiz başka bir şey de sistem yıkıcı ve kurulu düzen (establishment) karşıtı olduğu. Rekabet politikasında kurulu düzen, Şikago Okulu ve büyük şirket hakimiyetidir. Bu alanda kurulu düzen karşıtı olan ve onlar tarafından her türlü mecrada şeytanlaştırılan Lina Khan’dı. Küçük işletmelerin refahı (KOBİ yazsam genç okuyucu anlar mı?), çalışan hakları ve sürdürülebilirlik gibi konuları rekabet politikasının ajandasına sokan Yeni Brandesicı’lar oldu. Bundan ala sistem yıkıcılığı olur mu?!

Şimdi yeni ekibe bir bakalım: Trump’ın yardımcısı J.D. Vance ve Adalet Bakanı olarak atayacağını ilan ettiği Temsilciler Meclisi Üyesi Matt Gaetz “Khanservative” (Khan hayranı muhafazakar) olarak anılmakta sakınca görmeyen kişiler. Başkan yardımcısı ve federal devlet adına dava açma yetkisine sahip olan adalet bakanı… Jeff Bezos’un sahibi olduğu Washington Post’ta çıkan haber-analiz de beni doğruluyor: Büyük teknoloji şirketleri açısından durum pek parlak gözükmüyor.

FTC Başkanı Khan ile Biden’ın Adalet Bakanı olarak atayacağını ilan ettiği Gaetz Temsilciler Meclisi’nde (2023).

Öte yandan, Trump’ın dikkatini yönelteceği asıl alan ABD’nin Çin ile rekabeti olacak. Bu amaçla, gümrük tarifelerini yükseltmenin, tüketicinin karşı karşıya olduğu fiyatları düşürmeye hizmet etmeyeceğini söylememe gerek var mı? Ya da Çin ile yapay zeka geliştirme yarışında, en önemli donanım unsuru olan grafik kartlarını üreten NVIDIA’nın uygulamalarına ses çıkarılacağını düşünen var mı? Dolayısıyla, Trump’tan ne tutarlı ne de Şikago Okulu tarzı ideolojik bir rekabet politikası beklemeliyiz.

Sonuç olarak, ben Biden döneminde iktidara gelen büyük şirket karşıtı yaklaşımın, öyle Saddam’ın heykelleri gibi bir günde alaşağı edileceğini düşünmüyorum. Tutarlılığını yitirir, söylemlerinin içi boşalır, ancak Trump yönetimine hizmet edebileceği için tümden vazgeçilmez.

3. Sonra Avrupa

Gelelim Avrupa’nın durumuna. Avrupa Birliği’nin durumu, ABD’ninkinden çok daha karışık. Pandeminin topluma verdiği hasar, yaşam dijitalleşirken son ana kadar buna direnmeye çalışması, enerji kaynaklarında dışa olan bağımlılığı, her yerden gelen mülteciler ve onlara karşı yükselen tepki, Rus-Ukrayna savaşı vb. daha birçok nedenle Avrupa’ya duman çökmüş durumda. Dış siyasetin dümenini ABD’ye emanet etmekte sorun görmeyen Avrupa’nın siyaset elitleri, iç siyasetin yine aynı yerden gelen popülist ve şovenist dalgalardan etkilenmesinden ise çok rahatsız. 

Alman hükümeti, Trump’ın zafer konuşmasını yaptığı günün akşamında dağıldı, Şubat sonunda erken seçim yapılacak. Zaten tüm Avrupa’da güçlü olan aşırı sağ hareketler, İtalya’da fiilen, Fransa’da ruhen iktidarda. Almanya’da ise kapıyı tekmeliyorlar. Şimdi bir de, Elon Musk gibi birinin kontrolündeki X platformunun, seçimler öncesinde kamuoyunun şekillendirilmesinde kullanılması… Of! İnsan yazarken bunalıyor!

Gelelim rekabet politikasına. Avrupa Birliği Komisyonu Başkan Yardımcısı titrini de üstlenen Margheret Vesteger’in yerine, iklim değişikliği uzmanı Teresa Ribera,  rekabet komisyoneri olarak göreve başlamadan önce geçtiğimiz günlerde Avrupa Parlamentosu üyeleri önüne çıktı. Ribera’nın iki şapkası olacak: İklim değişikliği ve rekabet politikası. Ve rekabet, iklim değişikliği gibi Avrupa sanayisi için özellikle can yakıcı bir konunun yanında ikincil önemde kalacak gibi duruyor.

AB’nin yeni rekabet komsyoneri Teresa Ribera

Halefi Vesteger kadar kudretli ve dirayetli olup olmayacağını göreceğiz. Ancak Trump yönetiminin, kendi teknoloji devlerine Avrupa’da Dijital Platformlar Yasası (DMA) ve benzeri düzenlemelerle dayak atılmasına seyirci kalmayacağını daha önce yazmıştım. Ve şöyle demiştim

Halihazırda eşik bekçisi olarak ilan edilen ve hareketleri sınırlandırılan platformların hiçbiri Avrupa kökenli değil: Altı şirketin en büyük beşi Amerikalı. Peki bu durum “Önce Amerika” diyen Amerikalılara ne hissettiriyor? Cumhuriyetçi Parti Senatörü Ted Cruz, Federal Ticaret Komisyonu (FTC) Başkanı Lina Khan’ı, “bu Amerikan karşıtı yasanın” yasalaşması aşamasında Avrupa Birliği’ne uzman yollayarak yardım etmekle suçlamıştı. Senatör Cruz, Ocak ayında Donald Trump’ın başkanlık adaylığını destekleyen ekipten. İzninizle bir kehanette bulunacağım: ABD’de Kasım ayında yapılacak seçimler sonucunda gerçekleşecek olası bir dış dünyaya kapanma hareketinin ilk hedeflerinden biri DMA olacak. Dolayısıyla, DMA’in başarısı biraz da bu “Amerikan karşıtı yasa” algısını yönetebilmesine bağlı. 

Yine izninizle iddiamı devam ettireyim: DMA’in hayatına, çok can yakmadan, böyle söylemek uygun düşerse, kafa göz kırmadan devam etmesini bekliyorum.

Çünkü: Eşik bekçisi olarak belirlenen meşhur platformlar, ABD merkez bankasının 2008 mali krizinden bugüne piyasaya saçtığı dolarların en büyük taşıyıcısı. Avrupa Komisyonu’nun vereceği para cezalarından etkilenmelerini beklemek naiflik olur. Aynı şekilde, Komisyon’un para cezasının ötesine geçerek yapısal önlemlere başvurmasını beklemek de öyle. Avrupa Birliği gemisi, her geçen gün daha fazla yükselen dalgaları göğüsleyecek kadar büyük ve sağlam değil. Trump ile bir de böyle bir cephe açmayı göze alamayacaklardır. O yüzden dijital platformların düzenlenmesi işi, bir bölük avukatın, AB bürokratının, bizim gibi rekabet ekonomistlerinin ve akademisyenin top çevirdiği, maddi hayatı etkilemeyen bir alan olarak kalır.    

4. Ya Türkiye?

Rekabet Kurumu, 2024-2028 dönemine ilişkin stratejik planını geçen Ağustos’da yayımladı. Planın odağında, dijital platformları düzenleme amacıyla, Rekabet Yasası’nda DMA benzeri değişikliklerin yapılması bulunuyor. Bunu, gayet anlaşılabilir bir çaba olarak karşılıyorum. Günümüzde bir rekabet kurumunun üzerine söz söylemesi gereken en önemli alanın, dijital platformlar olduğu tartışılmaz. (Dijital platformların ekonomideki önemi ve buralarda alarm veren rekabet sorunları üzerine herhalde bir satır daha okumak istemezsiniz, öyle değil mi?)

Stratejik Plan’da ilk hedef, dijital piyasalara yönelik yasa değişikliğinin yürürlüğe girmesi olarak belirlenmiş.

Yalnız, TBMM’nin; Rekabet Kurumu’nun önceliklerini paylaşıp bu yasa tasarısını gündemine alıp almayacağını bilmiyorum. Gündeme alınması için ikna edici birçok neden var aslında. Ya da “Trump seçilmeden önce öyleydi” demek daha doğru. 

Önce lehteki argümanlara bir bakalım. Rekabet Kurumu yetkilileri, ülke yönetimini müstakbel bir yasa değişikliğiyle ortaya çıkacak düzenleme çerçevesinin nasıl olacağı hakkında net bir şekilde bilgilendirilmiştir, diye düşünüyorum. Malum, bu değişiklikler dijital platformların bir öncül düzenleme (ex-ante regulation) çerçevesinde faaliyet göstermelerine yol açacak. Yani şirketler, yaptıkları bir davranıştan dolayı değil, sahip oldukları kullanıcı sayısı, elde ettikleri satış geliri gibi değişkenlerin büyüklüğü yüzünden ek yükümlülükler altına girecekler. Rekabet Kurumu’nun çeşitli sektör araştırmaları ile oluşturmuş olduğu detaylı veri seti sayesinde, hangi platformun planlanan düzenleme eşiğinin üzerinde, hangisinin altında kalacağı hakkında bir ön çalışması mevcut olmalı. Eşiklerin üzerinde kalanlara getirilecek ek yükümlülüklerin piyasada ve şirketler üzerinde ne etki doğuracağı yöneticilere güzel bir biçimde anlatılsa (Bir zamanlar bir düzenleyici etki analizi vardı, sahi, ne oldu ona?) bence böyle bir gücün idareye verilmesinde hemfikir olurlar.

Türkiye’nin böyle bir düzenlemeye ihtiyacı olduğunu Rekabet Kurumu dışında kamuoyunda dile getirenin olmaması ise yasa tasarısının önündeki en önemli engel. Malum, dijitalleşmiş bir toplum olduğumuz için X’te yazılanların, verilen tepkilerin ülke yönetiminde etkisi büyük. Şimdi ikinci bir engel olarak, Trump yönetimi ile arayı sıcak tutma çabası belirdi.

Aslına bakarsanız, Türkiye’de olası bir DMA tipi düzenlemeden etkilenecek platformların çoğu Amerikan menşeli değil. Öyle olanların toplum üzerindeki etkisi muhakkak çok daha yüksektir ancak cirosal büyüklük ve görünürlük açısından Çin, Türk, Kazak, Katar ve Alman sahipliğindeki platformlar daha öndeler. Ve muhtemelen bunlar, Amerikalılardan daha çok etkilenecekler.

Sonuç olarak, yukarıda yazdığım gibi, rekabet politikası seçici olarak uygulanmaya çok müsait bir araç. O yüzden, kimin, ne amaçla kullanacağı, kuralların içeriği kadar önemli. Ancak, şirketleri bölmeye kadar giden yaptırımları olan bir politikanın şahince uygulanmasının, “Dur Allahı’nı seversen, ortalık zaten karışık” freniyle karşılaşma olasılığı, seçimlerden sonra biraz daha yükseldi. Çünkü ortalık çok karışık.

Scroll to Top