ABD Seçimleri büyük teknoloji şirketleri için ne anlama geliyor?

Biden döneminde büyük teknoloji şirketlerinin üzerine, rekabet politikası (antitröst) araçlarıyla gidilmeye başlanmıştı. Kasım ayındaki seçimler için yarışan başkan adayları bu politikayı devam ettirecek mi? Eldeki bulguların üzerinden geçince vardığım sonuç: Hayır, 4 yıllık parantez kapandı. Yeni başkanın bu şirketlere uluslararası rekabette ihtiyacı olacak. 

Büyük teknoloji şirketleri diye adlandırılan ve çoğu aynı zamanda en az birer dijital platformun sahibi olan ABD’li şirketler, gündelik yaşamı şekillendirmeye devam ediyor. İlk ortaya çıkmalarının üzerinden on yıllar geçmesine rağmen, bu karlı şirketlerin bırakın tahtlarına göz dikmeyi, pazar paylarını azaltmayı bile başarabilen rakipleri ortaya çıkamadı. Biden yönetimi bunun, ABD rekabet yasasında “tekelleştirmek” (to monopolize) olarak adlandırılan ve rekabeti engelleyerek bir piyasayı haksız bir biçimde ele geçirmek, domine etmek anlamına gelen suçu işlemelerinden kaynaklandığını düşünüyor. Önce büyük teknoloji şirketleri ile ilgili rekabet politikasının mevcut durumunun üzerinden bir geçelim. Sonra da adayların olası hareket tarzını tahmin etmeye çalışalım.

Biden, 40 yıllık trendi değiştirmişti

Başkan Biden, rekabet politikasını yürütmekle görevli kurumlar olan Federal Ticaret Komisyonu ve Adalet Bakanlığı’na tepe yönetici olarak sırasıyla Lina Khan ve Jonathan Kanter gibi şahin isimleri atamıştı. Bu isimler, büyük teknoloji şirketlerinin satın almalar yoluyla büyümelerine ve rekabete aykırı davranışlarla rakiplerini boğup müşterilerinden yüksek ücretler talep etmelerine karşı durarak 1980’de Başkan Ronald Reagan ile başlayan bir trendi değiştirdiler. 

5 Ağustos’ta Google, ABD Adalet Bakanlığı’nın hakkında açtığı davalardan birinde metin arama piyasasını tekelleştirmekten suçlu bulundu. Yargıç, piyasada rekabetin nasıl sağlanacağına ilişkin olarak önümüzdeki aylarda yayımlanması beklenen bir karar daha verecek ve asıl curcunayı o zaman göreceğiz. Mahkemenin ortaya koyacağı rekabetçi çözümler, şirketin bazı iş birimlerinin bölünüp satılmasından, bazı davranışlarından kaçınmasına hükmedilmesine kadar geniş bir skalaya yayılabilir. Bunların hepsi bir arada da olabilir, yargıç karmaşık bir emirler manzumesiyle gelebilir. Google’ın dijital reklam piyasasını tekelleştirmekten ABD’de devam eden bir davası daha var. Apple, Meta ve Amazon hakkında açılmış davalar sürüyor.

Microsoft’u bölemeyecekler!

Google’ın %95’ine sahip olduğu söylenen metin arama piyasasındaki tekel durumuna, devlet eliyle nasıl son verilip rekabete açılacak? Buna benzer bir soru en son 1998’de Microsoft’un internet tarayıcısı Internet Explorer için sorulmuştu. Microsoft davasının nasıl sonuçlandığı, Google’ın kaderine de ışık tutuyor. O davanın yargıcı Thomas Jackson, Microsoft’un işletim sistemi pazarında Windows ürünüyle tekel olduğuna, internet tarayıcısını Windows ile birlikte kullanıcılara ücretsiz olarak vererek yeni ortaya çıkan interneti kendi üzerine yapmaya çalıştığına hükmetmişti. Bu nedenle Windows ile Internet Explorer’ın aynı şirketin elinde olmaması gerektiğine ve Internet Explorer’ın bölünüp satılmasına karar vermişti. 

Ancak mahkemenin öngördüğü bu çözümün gerçekleşmediğini biliyoruz. Önce Yargıç Jackson’ın yayımlanmadan önce basına demeç vermesi gerekçesiyle karar üst mahkemede temyiz edildi. Davayı açan Clinton yönetimi yerine gelen oğul Bush yönetimi ile Microsoft 2001’de bölünme planını içermeyen ve şirketin herhangi bir politikasında değişiklik yapmasını gerektirmeyen bir uzlaşmaya gitti. 

Şirket bölünmedi ama internete de damgasını vuramadı. 1998’de Google arama motoru faaliyetine başladı. 2007’de ise iPhone hayatımıza girdi. Bu iki yıkıcı yenilik, Microsoft’un kendi mobil işletim sistemini geliştirme veya tarayıcısını sürekli yenileme çabalarına rağmen, bireylerin interneti nasıl kullanacağı üzerinde son sözü söyledi ve Microsoft’un değil, Apple ve Google’ın ağırlığını koyduğunu gördük. Sosyal medya ve video streaming’in geliştirilmesiyle birlikte başka şirketlerin de bunların arasına katıldığını hatırlatmaya gerek yok.

Büyük teknoloji şirketlerinin üzerine gidilmeye devam edilecek mi?

Tüm dünyada olduğu gibi burada da mahkemelerden çok siyasetin ne diyeceği daha önemli. ABD’de gelecek Ocak ayında yeni bir yönetim göreve başlayacak. Bu yönetim, adaylardan hangisi kazanırsa kazansın, Biden yönetiminden farklı bir rekabet politikası izleyecek gibi görünüyor. Şimdi ABD başkanlığı için Kasım ayında yapılacak seçimlerde yarışacak Demokratik Parti’nin adayı Kamala Harris ve Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Donald Trump’ın büyük teknoloji şirketlerine nasıl yaklaşacaklarını kestirmeye çalışalım.

Harris’in kazanması halinde nasıl bir politika izleyeceğine dair bir açıklaması bulunmuyor. Trump’ın ise ne yapacağını öngörmek mümkün değil. Her iki adayın da gerek sosyal medyadaki içeriğin gerekse de kritik teknolojilerin (örneğin yapay zeka) denetimi gibi hegomonik konularda dijital platformların desteğini sağlamayı, bu şirketlerin tekelleşmesiyle mücadelenin önüne koyacağını düşünüyorum. Bu saydığım iki konu ABD’nin, Çin tarafından meydan okunan hegemonyasını koruyabilmesi ve Orta Doğu ile Doğu Avrupa’da kopan kıyametlerdeki rolü ile ilgili Batı Dünyası’nda “rıza üretebilmesi” için yaşamsal önem taşıyor. Özellikle Demokratik Parti çevresinde toplanmış olan güç sahipleri, Çin ile yaşanacak bir bayrak değişimini ellerinden geldiğince ötelemeyi amaçlıyor. Böylesi bir ölüm kalım meselesinde kim elindeki tekelleşmiş platformları parçalayıp güçsüzleştirmek ister?

Kazanacak aday Harris

Trump’a suikast girişiminde sonra kazanma ihtimali ortadan kalkan Joe Biden’ın yerine Kamala Harris’in adaylığının açıklanması -en azından ülkenin yarısında- büyük heyecan yarattı. Halihazırda Biden’ın yardımcısı olarak görev yapsa da, Harris’in dijital devlere karşı tutumu, mevcut yönetiminkinden farklı olacak gibi gözüküyor. Harris, Başkan Yardımcılığı görevinden önce sırasıyla Kaliforniya başsavcılığı ve Kaliforniya senatörlüğü yapmıştı. Malum, teknoloji şirketleri ile eş anlamlı olarak kullanılan Silikon Vadisi bu eyalette bulunuyor ve bu görevleri sırasında Harris, Sheryl Sandberg, Melinda Gates, Laurene Jobs gibi her biri milyar dolarlık portföylere sahip büyük teknoloji yatırımcılarıyla yakın ilişkiler kurdu. Bu ilişkiler, adının başkan adayı olarak açıklanmasının hemen ardından Harris’in kampanyasına milyonlarca dolar bağış olarak yansıdı bile. Gerek imzaları gerekse de bağışları ile destek olan teknoloji şirketi yatırımcıları, yöneticileri ve risk sermayedarlarının bazıları, Harris’den Lina Khan gibi şahin isimleri görevden almasını istediklerini açıkça dile getiriyorlar.

Bu bağlantılara rağmen, Harris’in görevdeki bürokratları ya da davaların seyrini şirketler lehine değiştireceğine dair herhangi bir iz olmadığını söyleyen yorumcular mevcut. 2020 seçimlerinde Demokratik Parti’nin başkan yardımcısı adayı olarak CNN’e verdiği bir mülakatta “Facebook bölünmeli midir?” sorusuna Facebook’un elektrik, su gibi onsuz yapılamayan bir hizmet sağladığını, buna rağmen regüle edilmediğini, dolayısıyla “evet, buna ciddi bir şekilde bakmak” gerektiğini söylemişti.

Yine de, Harris’in Biden’ın sert çizgisini devam ettirmeyeceğini, en azından yukarıda dile getirilen taleplere uyup simgeleşmiş isimleri görevden alacağını düşünüyorum. Zira, bu isimlerle devam edilirse, dava ettikleri şirketlerin faaliyet gösterdiği piyasaların rekabete açılması için ellerinden geleni yapacaklardır. Bu da, ister istemez bu şirketlerin bölünmeleri başta olmak üzere, oldukça radikal çözümleri gündeme getirecektir.

Beklentim, ABD dışındaki gelişmelere, içindeki gelişmelerden daha çok odaklanan halihazırdaki Demokratik Parti elitlerinin, büyük teknoloji şirketlerinin işini “gerçekten” zorlaştıracak kadar ileri gitmemeleri. Bu şirketlerin Çin Halk Cumhuriyeti ile üretim yeri, nitelikli çalışan kaynağı hatta basitçe satış yapılan bir pazar olarak bile olumlu bir ilişki içine girilmesine, partiden bağımsız olarak son iki ABD yönetimi tahammül göstermemişti. Olası bir Harris yönetiminin de ana çizgisinin, teknoloji şirketlerini Çin ile mutlak bir şekilde rekabet etmeye zorlayarak, buna rıza gösterenlerin ABD içindeki işlerini gereksiz yere zorlaştırmamak olacağı şeklinde bir kehanette bulunmak isterim.

Sarı Kuğu Trump

Donald Trump’ın seçilmesi halinde büyük teknoloji şirketlerini zor günler bekliyor gibi görülmesine rağmen bence durum yine de ortada. Bu şirketlerin korkmasını gerektirecek olgulardan başlayalım. Öncelikle, Google’ın karara bağlanan davası da dahil olmak üzere, Meta, Amazon ve Apple hakkındaki davaların Trump döneminin son günlerinde açılmış olduğunu söylemeliyim. Daha da önemlisi, Trump’ın Google davası hakkında doğrudan bir açıklaması da var: “Neredeyse Vahşi Batı gibiler. Bedelini ödemeleri gerekiyor.”

Üçüncüsü, Trump’ın seçim dönemindeki en önemli bro’larından birinin Elon Musk ve kazanmaları halinde fikrini ortaya attığı “Kamuda Verimlilik Komisyonu”nda rol talep etti ve Trump da buna sıcak baktığını belirtti. Musk’ın sahip olduğu Tesla, SpaceX ve X hisselerini elden çıkarmadan idari bir pozisyona atanması mümkün gözükmüyor. Olası bir Trump yönetiminde Musk’a ne yetki verilir bilemem ama uzun zamandır kültür savaşında aldığı pozisyondan yapay zekanın nasıl geliştirilmesi gerektiğine kadar birçok konuda ters düştüğü (diğer) Silikon Vadisi şirketleri ile bir hesaplaşmaya gitmek isteyeceğini düşünüyorum.

Dördüncüsü, Trump’ın başkan yardımcısı adayı olarak belirlediği Senatör J.D. Vance’in Federal Ticaret Komisyonu Başkanı Lina Khan’a olan desteği. Vance, Khan ile rekabet politikasının, fiyatları düşük tutarak tüketicileri desteklemekten daha geniş bir amacı olduğu konusunda hemfikir olduklarını belirtiyor. Bu anlayış birliği, ABD’nin içinde olduğu kültür savaşının tuhaf bir yan etkisi. Vance ve birkaç başka Cumhuriyetçi Parti senatörü, muhafazakarların sesini kıstığını öne sürdükleri dijital platformlar ile rekabet politikası eliyle mücadele edilmesini doğru buluyor

Bu ve benzeri olguların, Trump’ın dijital devlere karşı nasıl bir rekabet politikası izleyeceği hakkında hâlâ yeterli ipucu vermediğini düşünüyorum. Çünkü, devleti şirket gibi yöneten, elini kolunu bağlayan bürokrasiden kurtulmayı hedefleyen yöneticilerin, öngörülemez hamleler yapmaktan (bir takım kara kuğuluklar), bugün ak dediğine yarın kara, sonraki hafta yeniden ak demekten gocunmadıklarını biliyoruz. O yüzden Trump’ın açıklamaları herhangi bir değer taşımıyor. Trump seçilirse, bir sabah kalktığımızda, detaylarını tam olarak öğrenemeyeceğimiz bir şekilde mahkum edilmesi gereken şirketlerle uzlaşmaya varıldığını pekâlâ okuyabiliriz.

Sonuç & Beklentilerim 

Büyük teknoloji şirketleri deyince, yekvücut ve çıkarları birbirleriyle paralel bir yapıdan bahsetmek mümkün değil, Elon Musk gibi istisnai ancak oyun bozucu güce sahip kişilikler en başından beri vardı. Dijital devlerin büyümelerini devam ettirebilmeleri için yeni alan olan yapay zeka ile ilgili hizmetleri domine etme rekabeti arttıkça kendi iç çelişkileri de artacaktır. Örneğin Google davasında Microsoft CEO’sunun karşı tanıklık yapması gibi, kendi etlerini de kesebilecek bir bıçağı bileylediklerini daha önce görmemiştik. O yüzden, büyük teknoloji şirketlerinin kamu müdahalesi açısından kaderlerinin birlikte yazılmış olduğunu söyleyemeyiz.

Yönetimin değişmesi, teknoloji devleri hakkında süren davaların nasıl sonuçlanacağını etkilemez; davalar ilk derece mahkemelerinde bir – iki yıl içinde sonuçlanacak. Ancak, yukarıdaki Microsoft davası örneğinde olduğu gibi, yönetimin temyiz sürecinde, açtığı davanın arkasında durup durmayacağını ya da mahkeme kararlarının ne şekilde uygulanacağını etkiler. 

Harris’in kazanması halinde nasıl bir politika izleyeceğine dair bir açıklaması bulunmuyor. Trump’ın ise ne yapacağını öngörmek mümkün değil. Her iki adayın da gerek sosyal medyadaki içeriğin gerekse de kritik teknolojilerin (örneğin yapay zeka) denetimi gibi hegomonik konularda dijital platformların desteğini sağlamayı, bu şirketlerin tekelleşmesiyle mücadelenin önüne koyacağını düşünüyorum. Bu saydığım iki konu ABD’nin, Çin tarafından meydan okunan hegemonyasını koruyabilmesi ve Orta Doğu ile Doğu Avrupa’da kopan kıyametlerdeki rolü ile ilgili Batı Dünyası’nda “rıza üretebilmesi” için yaşamsal önem taşıyor. Özellikle Demokratik Parti çevresinde toplanmış olan güç sahipleri, Çin ile yaşanacak bir bayrak değişimini ellerinden geldiğince ötelemeyi amaçlıyor. Böylesi bir ölüm kalım meselesinde kim elindeki tekelleşmiş platformları parçalayıp güçsüzleştirmek ister?

Kaldı ki, bu şirketlerin yöneticilerinin başkan adaylarının kampanyalarına parasal ve sözel destek verdiği, lobicilerinin Kongre’yi etki altında tutabilmek için yüz milyonlarca dolar harcadığı, Yüksek Mahkeme yargıçlarının bunlarla tuhaf ilişkilere girdiği bir dönemden bahsediyoruz. Günlük siyasete girerek yönetim ile doğrudan çatışma hatasına düşmeyen herhangi bir şirketin, başkan kim seçilirse seçilsin başkentin lambrili koridorlarında yolunu bir şekilde bulacağını düşünüyorum. Başka türlüsünü beklemek, rekabet politikasının temel var oluş nedeninin, kapitalizmin etrafı çok kırıp dökmeden ilerlemesini temin etmek olduğunu kaçırmak olur.

Scroll to Top